Bursa Nilüfer Kent Tiyatrosu’nun genç, dinamik ve enerjisi çok yüksek oyuncusu İbrahim Ersoylu ile oyunculuk serüveni ve şu sıralarda sahnelenen ve 2023 sezonunda da sahnelenmeye devam edecek olan “Bir Kumarbazın Ölüm Kılavuzu” adlı tek kişilik oyunu üzerine keyifli bir röportaj gerçekleştirdik.
İbrahim Ersoylu ile Bir Kumarbazın Ölüm Kılavuzu Nilüfer Kent Tiyatrosu’nda
Setlerden daha çok sahneleri sevdiğini söyleyen İbrahim Ersoylu ve Nilüfer Kent Tiyatrosunu daha yakından tanıma olanağı bulduk.
Bize kendinizden bahseder misiniz?
Ben 34 yaşındayım. Aydın Nazilli’de doğdum. Liseyi İzmir Atatürk Lisesi’nde yatılı okudum. Lisede yatılı okulda okumak bana çok fazla gözlem yapma şansı doğurdu. 2006 yılında İstanbul Üniversitesi Konservatuvarını kazandım. 2006’da üniversiteye başladıktan sonra hem tiyatro hem de dizi deneyimlerim olunca okulumu 2013 yılında bitirmek zorunda kaldım. Hocalarımız çok disiplinliydiler ve iyi ki de öyle bir yaklaşımda bulunmuşlar, şu an aktif tiyatro sürecimde bunu çok daha iyi anlayabiliyorum. Okulda okurken tiyatro oyunlarım vardı. Özellikle Emek Tiyatrosu’nda “Küskün Müzikal” 3 sezon oynadı. O sırada Maraş’ta çekilen “Yedi Güzel Adam” dizinin setinde yer aldım. Benim için ders niteliğindeydi, oldukça iyi bir oyuncu kadrosu vardı. Bir buçuk yıl sürdü Maraş süreci ve büyük deneyim kazandığımı söyleyebilirim.
Oyuncu olmaya nasıl karar verdiniz? İlk oyun heyecanınız nasıldı? Oyunculuğundan etkilendiğiniz, birlikte rol almak istediğiniz oyuncular kimlerdir?
Çocukluğumdan itibaren tiyatrocu olmak istediğime dair cümlelerim varmış, annemin aktardığına göre. Lise döneminde İzmir’de yatılı öğrenciyken, arkadaş grubumun isteği ve ortak yönlendirmesi ile oyuncu olmaya karar verdim diyebilirim. Lisedeyken ilk izlediğim ve unutamadığım oyun, Dokuz Eylül Üniversitesi oyuncularının mezuniyet oyunu olan, Barış Erdenk’in yönettiği “Ağır Roman” adlı oyundu. Bu oyunu bir lise öğrencisiyken izlediğimde çok etkilendim. Asıl kıvılcım arkadaşlarımın da önerisi ile okul tiyatrosuna girmem ile başladı. İlk oynadığım oyun da Haldun Taner’in “Gözlerimi Kaparım Vazifemi Yaparım” adlı oyunda ‘Vicdani’ karakterini oynama olanağım olmuştu. Bu oyun sonrası isteğim, arzum daha da arttı ve lise ikinci sınıfın sonunda konservatuvar’a girmeye karar vermiştim. Arkadaşlarım soru çözerlerdi ben de tiyatro metinleri okurdum. Lise bittiği gibi önce İzmir sonra Eskişehir’in konservatuvar sınavlarına girdim orada elensem de İstanbul Üniversitesini kazanınca çok mutlu oldum. Oyuncu olma kararlılığım hiçbir zaman değişmedi. Oyunculuk serüvenimde Şener Şen gibi büyük bir usta ile oynama şansım oldu. Haluk Bilginerle oynamyı çok isterim. En sevdiğim yabancı aktörler ise Jim Carry, Christoph Waltz, yabancı aktris olarak ise Helena Bonham Carter diyebilirim.
İstanbul’dan Bursa’ya evrilen oyunculuk süreci nasıl gelişti?
İstanbul’da okula başladığımda ilk iki sene okul dersleri ile geçen bir süreç oldu. İkinci sınıfta okurken “İstanbul Kraliyet Tiyatrosu”nda oynama şansım doğdu. İki buçuk sene o tiyatroda sahne aldım. Teknik ekipmanlar, ışık, ses yönetimini o tiyatroda öğrendim. Üçüncü sınıftan itibaren dizi, sinema ve tiyatro süreçlerim başladı. 2008 yılında Galata Perform’un İKSV Tiyatro Festivali’nde “Noter” adlı oyunda yer aldım. Sonra okul oyunlarımı oynadım. O süreçte İstanbul’da Kadıköy Emek Tiyatrosu’nda “Küskün Müzikal” ve “Babil” oyunları ile geçen bir dönemim oldu. Emek Tiyatrosu ile birlikte görünürlüğümde arttı diyebilirim. Emek Tiyatrosunun hayatımda çok önemli bir yeri oldu. “Küskün Müzikal” oyununda oynayan okuldan yakın arkadaşım Edip Tepeli oynuyordu. Oyun başlamadan bir oyuncu ayrılmak durumunda kaldı ekibe ben dâhil oldum. Engin Alkan yönetmenliğinde oyun üç sezon oynadı ve çok ilgi gördü. Okulum 2013 yılında bittikten sonra her zaman tiyatro sahnesindeydim, her zaman bir oyunun parçasıydım. 2016 yılına kadar “Küskün Müzikal” ve “Babil” oyunlarında yer aldıktan sonra, 2016 yılında Bursa’ya geldim. Nilüfer Kent Tiyatro’su ailesine dahil oldum. “Tersine Dünya”, “Romeo ve Juliet” oyunlarını Bursa’da oynarken eş zamanlı İstanbul’da “Babil” oyununa da devam ettim. 2017 yılından beri de Bursa dışında bir yerde oyun oynamıyorum. Nilüfer Kent Tiyatrosu oyuncusu olmaktan da son derece memnunum.
Size, Bursa’da yaşamak ve Nilüfer Kent Tiyatrosu’nda çalışmak neler hissettiriyor?
Bursa’yı seviyorum. Nilüfer’de olmaktan dolayı da çok memnunum. İstanbul ve Bursa’daki yaşamımı karşılaştırdığımda şöyle bir fark var. Bursa’da hayat biraz daha küçülüyor, bir şeyleri takip etmek için ekstra bir çaba gerekiyor. İstanbul’daki tiyatro ortamında etkileşimler çok daha fazla, burada biraz daha takip isteyen bir sürecin parçası oluyorsunuz. İstanbul’da özel tiyatro yaparak ekonomik kaygılar taşıyarak çok zor. Bursa Nilüfer Kent Tiyatrosu bu anlamda tercih edilecek ve keyifle çalışabileceğim bir seçenek oldu. İstanbul’un bilinmezliğindense Bursa’nın belirgin hayatını tercih ettim diyebilirim.
Kaç yılından beri tiyatro oyunculuğu yapıyorsunuz? Nilüfer Kent Tiyatrosuna dahil olduktan sonra oynadığınız oyunlar hakkında neler söylersiniz?
2005 yılından beri sahne alıyorum. ‘Tersine Dünya’, ‘Romeo ve Juliet’ Bursa’daki ilk oyunlarım. Sonra “3. Reich’in Korku ve Sefaleti”, “İki Efendinin Uşağı” adlı oyunlarda da yer aldım. Nilüfer Kent Tiyatrosu oyuncusu olmanın en önemli avantajı bence burada 12-13 kişilik bir ekibiz. Rol dağılımı bu arkadaş grubu ile gerçekleşiyor. Kendimi oyuncu olarak deneme şansımın daha fazla olduğu bir süreç yaşıyorum. İstanbul’daki hikayeye devam ediyor olsaydım, ana roller, o tiyatronun kadrolu ve önemli oyuncularına verilecekti. Nilüfer Kent Tiyatrosunda genç bir oyuncu olarak hemen burada rol oynama deneyimini yakalama şansı buldum. ‘İki Efendinin Uşağı’ adlı oyununda, Truffaldino gibi önemli bir karakteri 28 yaşında oynama olanağım oldu. Burada oynadığım tüm oyunlarda Türkiye çapında iş yapan önemli yönetmenlerle çalışma şansım oldu. Nilüfer Belediyesinin tiyatromuza verdiği büyük destekle Engin Alkan, Ali Düşenkalkar, Serdar Bilis, Barış Erdenk, Murat Daltaban gibi önemli isimlerle çalışmak bizi çok geliştirdi. Murat Daltaban’ın gelişi ile birlikte de tiyatromuza ayrı bir can, hareket geldi diyebilirim. Nilüfer Kent Tiyatrosu benim için bir laboratuvar niteliğinde. Rol oynama deneyimi ve buraya gelen tiyatro yönetmenleri ile kurulan temas bizleri çok geliştirdi.
Oyunculuğun yanında oyun yönetmenliği gibi deneyiminiz de oldu? “Kuş Öpücüğü” adlı oyunun yönetmenliğini yaptınız? Yönetmenlik hakkında neler söylersiniz?
2017 yılında “Nota Çalan Rüzgâr”, “Yeni Dünya: Bir Uzay Macerası”, “Beni Bekleme Kaptan”, “1984” oyunlarında yönetmen yardımcılığı, okuma tiyatrosu olarak “Kafatası” ve “Kuş Öpücüğü” adlı oyunlarda yönetmenlik yaptım. Yönetmen olmak, var olan mevzubahis metnin hikâyesini anlatmanın en iyi, en etkili yolunu aramaya çalışmaktan geçiyor. Her hikayenin kendi içerisinde etkili olmasının yolunu bulabilecek bir anlatım perspektifi muhakkak var. Onu aramakla geçiyor aslında mesai. Sahne üzerindeki görünüm, ışıklandırması, oynanışı, tasarımlandırılması gibi konuları bir beyin fırtınasının sonucunda ürüne dönüştürme diyebilirim. Metne odaklı ve yeni yöntemler aramaya bakıyorsunuz yönetmenlikte. Yönetmenlik, oyuncu yönetimini de geliştirme olanağı buluyor. Nilüfer Kent Tiyatrosu bana bu imkanı sunduğu için kendimi çok şanslı hissediyorum. Kuş Öpücüğü izlerken etkilendiğim en özel oyunlardan biriydi. Yönetmenliğini yapmak da ayrı bir mutluluktu.
“Bir Kumarbazın Ölüm Kılavuzu” adlı tek kişilik oyun ilk kez Nilüfer Kent Tiyatrosunda izleyicisi ile buluştu ve buluşmaya devam ediyor. Oyun hakkında bizi bilgi verebilir misiniz?
“Bir Kumarbazın Ölüm Kılavuzu” oyunu, bir dede-torun ilişkisini ele alan bir metin. Dram ve komedi öğelerini içeriyor. Bu dede-torun ilişkisinde dedenin (Archie Campbell) bahis merakı üzerinden hayata nasıl baktığı, hayatı nasıl yaşaması gerektiği ile ilgili ve dedenin duygu durumunun bizde bıraktığı etkiyi ele alan bir anlatım karşımıza çıkıyor. Çocuk (Gary Mc Nair) dedesinin hikâyesini, çocukken nasıl izlediği, biraz büyüdüğünde liseye geldiğinde dedesini nasıl gözlemlediği ve yetişkin haliyle nasıl baktığını oyunun içerisinde yaratılan anlarla ifade ediliyor. Torun, dedenin hikâyesinden ne çıkardı, hayatında ne anlama ulaştı, nereye vardı, şu an hayata hangi bakış açısıyla yaşıyor? oyun bu gibi soruların cevabını veriyor.
Oyunun sahnelenme süreci nasıl gelişti? Oyun tek kişilik olmasına rağmen 12 ayrı karakteri canlandırıyorsunuz?
Genel Sanat Yönetmenimiz Murat Daltaban, 2015 yılında İskoçya’da bir festivalde bu oyunu izlemişler. İskoç metni oyun. Teksti benimle paylaşıyor, seversen, çalışalım oynayalım diyor. O şekilde oyunu sahneleme süreci başlıyor. 2021 yılında oyunun çevirisi tamamlandı. Kumarbaz, Türkiye’deki ilk prömiyer olma özelliği taşıması ile ayrı bir heyecan yaratıyor. Genel Sanat Yönetmenimiz Murat Daltaban ile Güray Dinçol’un yönetmen olabileceğini konuştuk. Kendisi takip ettiğimiz, daha öncede Nilüfer Kent Tiyatrosun’da çalışmış bir yönetmendi. Güray Dinçol ile “Yeni Dünya” adlı oyunda beraber çalışmıştık. Benzer bir enerjiyle Güray Hoca’nın da kabul etmesiyle oyunun provalarına başladık. Benim için oyunun her aşaması heyecanlı ve güzeldi. Oyuna 2022 Mayıs gibi oynanması yönünde karar verildi. 4 Ekim 2022’de provalara başladık. Prova başlamadan ezberin büyük çoğunluğunu bitirmiştim. Oyun için top sektirme, şarkı söylemek gibi ekstra hazırlıklarım da oldu. Tekst üzerinde her yeni rol için ayrıca çalışmalar yaptık. 12 farklı karakteri oynama sürecinde gözlemler yaptığımı söyleyebilirim. Öğretmen rolündeki ağız hareketleri ve konuşma biçimi lisedeki öğretmenlerimi anımsayarak çıktı. Oyunun videolu seçimi hikayenin daha iyi ve dinamik anlatılması ile ilgili katkı sağladığını düşünüyorum. Dede-torun etkileşiminde videoda konuşan bir dede ve sahnede anlatıcı rolündeki torun oyunun akışına bir dinamizm kattı. Teknolojinin oyunlarda kullanılması, günceli yakalamakla ilgili de önemli bir nokta halini alınıyor. Bu oyunda da teknolojinin sunduğu olanaklar aktif bir şekilde kullanılmakta. Bu oyuna önemli bir katkı sunduğunu düşünüyorum. 12 ayrı karaktere ayrı çalışma sürecim oldu. Günde 8 saat çalıştığım zamanlarda oldu, boş günümde kendimi durduramayıp çalıştığım zamanlarda oldu.
Bu oyunun sizin yaşamınızdaki en önemli etkisi ne oldu? İlk olarak Türkiye’de ilk kez sahnelenmesi sizde nasıl bir his uyandırdı? Oyunun ana fikri ve sunmak istediği mesaj tam olarak nedir?
Yazarından, yönetmenine, oyuncusuna, kostüm tasarımcısına, reji masasına, ses tasarımcısı, asistan arkadaşlar ve yönetmen yardımcıları, hepimiz genç bir ekibiz. Bu genç ekibin beraber üretmesi güzel bir histi. Birlikte daha nice güzel üretimler yapabileceğimize olan güvenimiz de arttı. Teksti ilk defa benim oynuyor olmam da çok gurur verici. Bu oyunun Türkiye repertuvarında olması çok güzel bir şey. Kumarbaz oyununun bana kattığı şey; ilk defa tek kişilik bir oyunda sahne aldım. Bu çok özel bir deneyimdi. O yüzden bu oyun bana bu heyecanı yaşamamı sağladı. İlişkilerimle ilgili bazı şeyleri gözden geçirmemi sağladı. Hikâyenin aile ilişkileri ile ilgili enteresan dokunuşları var. Hikâyenin insanın yaşamındaki benzerliklere işaret ettiğini teksti okudukça farkına varma olanağım oldu. Dedenin oyunda bahis oynaması, çocuğun ilk zamanlar dedenin kazanma ile ilgili heyecanını yaşıyor. Dede rolü oyunda hikâyenin bütününü özetleyecek şu ifadeleri kullanıyor: “Bu onun zaferiydi. Hayatın kıymetini lüks olandansa zamanın değerinin farkına vardı.” Oyunda anlatılmak istenen verilen mesaj, torunun çocukken dedesinin hikâyesini nasıl gördüğü ve büyüdüğünde bu hikâyeye nasıl baktığı ile ilgili. Yetişkin zamanına geldiğinde dedenin hayata bakışını ise şu cümle özetliyor: “Bir an yatışıyorum ve manyak herifin bütün olayını çözüyorum. Onun istediği hatırlanmak sadece. Para olamaz mesele. Benim dedem nefes aldığı sürece bahse para yatırmaya devam edecek. Öldüğü sırada da oynanmakta olan aktif bir kuponu banko olacak. Benim dedem umutsuz bir vaka değil, umutlu olmak için ihtiyaç duyduğu şey bu enerji.” Oyunda bir bahis bağımlısının hikâyesi yok. Kazandığı bahislerden 10 cent kenara koyup o parayla oyun oynuyor. ‘Alın teri ile kazanmadığım tek kuruşu harcamam ben’ diyen ve yaşam enerjisini sıcak tutmayan çalışan bir karakterin hikâyesini sahneliyoruz diyebilirim.
Çekim süreci ve Oyunda Emeği geçenlerden bahsetmek ister misiniz?
Çekimler toplamda 5 gün olarak planlanmıştı ama 4 günde tamamlandı. 1 tam günü öğretmene, 1 tam günü dedeye ayırdık. Daha kısa olan video performanslarını da 2 günde tamamladık. Ekranda 30 saniye olarak görülen anlar, saatler sürdü. Mesela Rita karakterinin sadece makyajı 1,5 saat sürdü. Tüm ekip harika çalıştı. Çeviri, Cansu Aybaş, Yönetmen, Güray Dinçol, Video Tasarım, Okan Temizarabacı, Yardımcı Yönetmenler, Adem Mülazim, Barış Ayas, Dekor Tasarım, Burak Etöz, Reji Asistanımız, Cansu Çelenk, Makyözümüz, Ülkü Şahin, Işık Tasarım, Cem Yılmazer, Ses Tasarımı ve Kumanda, Derya Bölükemini. Tüm ekibe oyunun son haline gelmesinde büyük katkıları için sonsuz teşekkür ediyorum.
Oyununuza gelecek izleyicinize neler söylemek istersiniz?
Oyunumuza, eğlenceli 80 dakikayı birlikte paylaşmak isteyen tüm seyircilerimizi Nazım Hikmet Kültürevine bekliyoruz. 2023 sezon sonuna kadar oyunumuz sahne almaya devam edecek. İki yeni oyunumuz da “Dişe Diş” ve “Dünyanın Bütün İsimleri” de yeni yılla birlikte sahnelenecek. Tüm izleyicilerimize buradan duyurusunu da yapmış olalım. Herkesi bekliyoruz.
Onur Uzer/ GazeteAbc.com