Türk Metal Sendikası Genel Başkanı Pevrul Kavlak sadece genel kurul salonunu dolduran coşkulu Türk Metal üyelerine değil, örgütlü, örgütsüz tüm emekçilere seslendi.
Konuşmanın tam metni şöyle:
“Dostlarım, hep birlikte koca bir yılı daha geride bırakıyoruz. Büyük kazanımlarla başladığımız 2022 yılı, maalesef büyük kayıplarla gözümüzün önünden geçip gidiyor.
Geçen sene bu vakitler, her güne, yeni bir umutla uyanıyorduk. Emeğimizin, alın terimizin karşılığını almak için tek yürek olmuştuk. İşyerlerinde, sokaklarda, meydanlarda, toplu sözleşme masasında, hepimiz birimiz, birimiz hepimiz için bir bayram sevinciyle mücadele ediyorduk.
Çok şükür, emeklerimiz boşa gitmedi. Hayallerimiz yıkılmadı, hevesimiz kursağımızda kalmadı. Çok şükür, yolumuza taş koymaya çalışanları bertaraf etmeyi bildik. Masaya yüreğimizi koyduk, inancımızı koyduk, masaya çelikten bir irade koyduk. Yalnızca ben değil, hepiniz oradaydınız. Benim sesim, yüreğim, aklım oldunuz. Direndik, direne direne kazandık…
Evet kazandık. Ama şimdi dönüp geriye baktığımda yaşadığım hayal kırıklığını sizlere anlatmakta zorlanıyorum. Hatta bazen, son bir yılda yaşadığımız tüm bu olumsuzlukların bir kabus olmasını diliyor, bir an önce bu kabustan uyanmak istiyorum.
Aslına bakarsanız o kadar da çok şey istemiyorum. Her insanın beklentisi olan basit ve sıradan şeyler istiyorum. Öyle han hamam, yat, kat, faizde kur korumalı mevduat falan değil. Kazanımlarımızın pul olmadığı, alın terimizin boşa akmadığı, umutlarımızın cılız bir alev gibi sönmediği, büyük mücadeleyle kazandıklarımızın, bu kadar kolay kaybedilmediği bir düzen istiyorum. Şimdi sizlere soruyorum. Çok şey mi istiyorum?
Benim bu yaşadıklarımıza şiddetle itirazım var. Bu itirazı özellikle Bursa’da dile getiriyorum. Türk sanayinin, dünya çapında ün salmış ve ülkemizde en çok işçinin yaşadığı şehirlerinden biri olan bu emekçi şehrinde dile getiriyorum. Çünkü biliyorum ki bu kentin emekçileri, fedakardır, çalışkandır, dürüst ve Türkiye sevdalısıdır. İhracat rekorları kıran onlardır. Gece gündüz demeden ölümüne çalışan, herkes evine kapanmışken pandemide, bana mısın demeden üreten onlardır ve bu kentin emekçileri, zamanı geldiğinde küçülen ekmeklerinin, kaybolan umutlarının, hiçe sayılan emeklerinin yeniden peşine düşecektir. Bu kentin emekçileri, günü geldiğinde eskisinden daha güçlü, eskisinden daha inançlı olarak, mücadele etmeye devam edecektir.Hiç merak etmeyin. O zaman, önünüzde yine ben olacağım, yine Türk Metal olacak. O zaman daha da büyümüş olacağız. 300 binlere varan üye sayımızla yine tarih yazacağız.
Öyle bir süreç yaşıyoruz ki, yüzümüzü ne yana çevirsek bir sorun, elimizi neye atsak çözüm bekleyen bir problem ve hangi dosyanın kapağını kaldırsak bir belirsizlikle karşılaşıyoruz. Hem ülke içinde hem de dışında, sonuçlarını önceden kestiremediğimiz ve bizi yani emekçileri nasıl etkileyeceğini bilemediğimiz gelişmeler yaşıyoruz.
Aslına bakarsanız, tüm bu yaşananların, emekçileri nasıl etkileyeceğine ilişkin bizim oldukça sağlam bir tecrübemiz var. Çünkü ne zaman işler tersine dönse, ne zaman duvardaki bir taş yerinden oynasa ya da motor su kaynatmaya başlasa kabak hep bizim başımıza patlıyor. Yaşananların sonuçları hep bize fatura ediliyor. Günün sonunda, herkes tereyağından kıl çeker gibi bütün sorumluluklardan sıyrılıyor, herkes gemisini kurtaran kaptan oluyor, bize de ekonomiyi kurtarmak kalıyor.
İhracat rekorları kırarak, bütün zorluklara katlanarak, fedakarlığın en büyüğünü yaparak, hatta canımız pahasına ölümüne çalışarak. Bu ekonomi için, daha da önemlisi, bu ülke için elimizden gelenin fazlasını yapıyoruz. Ancak değerli arkadaşlarım, biz ne yaparsak yapalım, bütün krizlerin, savaşların, darboğazların bedelini yine biz ödüyoruz.
Örnek mi istiyorsunuz? Bakın, fazla geriye gitmeye gerek yok. Son 20 yılda başımıza neler geldi, neler…
2001 yılında, zamanın cumhurbaşkanı bir anayasa kitabı fırlattı, ülkemiz büyük bir ekonomik krize girdi. Dolar kuru bir gecede yüzde 40 arttı. Faizler ve enflasyon uçuşa geçti, 1,5 milyon işçi işini kaybetti. Düşünün dostlarım, dile kolay, 1,5 milyon insandan söz ediyorum.
Ardından 2008 krizi geldi. O yıla kadar her yıl büyüyen Türkiye ekonomisi 2009 yılında yüzde 4,7 oranında küçüldü. Bu ekonomik daralma sonucunda reel sektör büyük sorunlar yaşadı. Şubat 2009’da işsizlik oranı yüzde 16,1 seviyesini gördü. Yani değerli kardeşlerim, olan yine bize oldu.
Peki, bitti mi? Biter mi? Bu ülkede ne krizler biter ne de bizim çilemiz biter. Bakın 2018 yılında, bu kez de döviz ve borç krizi patladı. Sonuç: Yine ekonominin bütün yükü enflasyon ve işsizlik olarak emekçilere yüklendi.
O da yetmedi, 2020 yılında korona belası ortaya çıktı. Pandemiyle birlikte ağırlaşan hayat şartları, giderek artan enflasyon, durgunluk, üretim krizleri, işten çıkartmalar herkesten önce emekçileri vurmaya başladı. Özellikle örgütsüz işçiler, işlerinden oldu. Ücretlerini alamadı. Olan yine emekçilere oldu.
Biz bütün önlemlerimizi zamanında alarak, en ufak bir ücret kaybına bile uğramadan, işten çıkarılma korkusu yaşamadan bu süreci atlattık. Hiçbir üyemiz işsiz kalmadı, ücretini eksik almadı. Ancak değerli arkadaşlarım, Her işçinin bir Türk Metal’i yok. Her işçinin böyle bir sendikası yok. Sizin arkanızda dağ gibi duran Türk Metal Sendikası var…
Pandemiden kurtuluyoruz derken, bu kez de başımıza çip krizi çıktı. Özellikle bizim işkolumuzda, otomotivde ve beyaz eşyada, üretim durma noktasına geldi. İşten çıkarılma riski ve daha birçok sorun ardı ardına yaşanmaya başladı.
Peki, sonra ne oldu? Bu sefer, dünya haritasında bir tuğlayı yerinden oynattılar, yine emekçilerin gündeminde olmayan bir gelişme pişmiş aşımıza su katmaya başladı. Enerji krizi, tahıl krizi derken, nükleer tehditler bile duymaya başladık. Bunlara bir de içerdeki kırılgan siyasi süreç, ekonomide yeni model arayışları, Merkez Bankasının kararları ve başımızın belası TÜİK’in enflasyon rakamları eklenince yine sevincimiz kursağımızda kaldı. Yine zaman, bizi paçamızdan çekmeye başladı. Sorunlar ardı ardına geldi, bıçak kemiğe dayandı. Yine yaşananların bedeli, bizim sırtımıza yüklendi.
Her zaman söylediğim gibi, biz nedeni olmadığımız bir sorunun, Mağduru olmak istemiyoruz. Ama maalesef, nedeni olmadığımız sorunların hep mağduru oluyoruz. Oysa biz, bütün bu krizlerin ardından imzaladığımız sözleşmelerde Başarılı olduk. Yüzümüzün akıyla çıktık. Özellikle de son yıllardaki grup toplu sözleşmeleriyle, tarih yazdık. 2017’de “Yüzyılın Sözleşmesini” imzaladık. Sözleşmeye otururken ilk altı aylık enflasyon yüzde 3,2 idi, Biz yüzde 38,28 talep ettik, pazarlık sonucu, ilk 6 ay için yüzde 24,63 aldık. Çıtayı öyle bir yere koyduk ki, öyle bir sözleşme yaptık ki, dosta düşmana parmak ısırttık. Bize saldırmayı alışkanlık haline getirenler bile Sus pus oldular. Tek kelime edemediler.
Ardından 2019 sözleşmesi geldi. Ekonomik krizin başlamasına, sanayi kesiminde sorunlar yaşanmasına rağmen yine tarih yazdık… Yine kazandık. Altı aylık enflasyon yüzde 6 idi. Biz yüzde 20 talep ettik, Mücadelemiz sonucunda, ilk 6 ay için yüzde 17,12 aldık. Çıtayı aşağı düşürmedik. Üyelerimizin başını eğmedik. Sendikal harekete örnek olduk.
Bu yılın başında yine olağanüstü bir başarıya imza attık. Yine bir kuruşunuzu bile masada bırakmadık. Yine bütün kesimlerin, gıptayla izlediği bir süreci başarıyla geride bıraktık. Üstelik bu sefer, MESS tarihinde ilk kez sözleşmeyi işkolumuzdaki diğer sendikalarla birlikte imzaladık. Sizin ve aileniz için umut dolu bir gelecek hayal ettik ve bu hayalin peşinden giderek bir kez daha başardık. Bir kez daha oh dedik.
İlk altı ayda, yüzde 27,44, ikinci altı ayda, yüzde 41,93 aldık. Geçtiğimiz Eylül başında resmi enflasyon oranının açıklanmasının ardından, üçüncü altı ay zammı da yüzde 26,97 oldu. Böylece, bir yılda sağlanan artış yüzde 129,66’ya ulaştı. Sosyal hakları da eklediğimizde bu oran yüzde 138,92’ye çıktı. Yani biz işimizi yaptık. Fakat, bizim dışımızdaki ekonomik gelişmelere ancak bu kadar dayanabildik. Alın terimizin karşılığını ancak bu kadar koruyabildik. Hayat pahalılığına, enflasyona, döviz kurundaki dalgalanmalara ancak bu kadar göğüs gerebildik. İşte bugün yine biz krizdeyiz. Yaşanan krizin bedelini yine biz ödüyoruz. Herkes şunu iyi bilsin, bu ülkede emekçinin krizi var. İşçinin, memurun, emeklinin, küçük esnafın, dar ve sabit ücretlinin krizi var. Bu kriz bizim krizimiz. Biz yoksullaştık. Biz, kaybettik. Bu krizin bedelini, biz ödedik.
Her üç ayda bir TÜİK tarafından Türkiye’nin büyüme rakamları açıklanıyor. TÜİK’in açıklamasına göre, yılın ilk çeyreğinde, Türkiye yüzde 7,3 oranında büyümüş. Bu büyümeden, sermaye yüzde 47,6 pay almış. Biz, yani emekçiler sadece yüzde 31,2 pay almışız. İkinci çeyrekte, Türkiye yüzde 7,6 oranında büyümüş. Sermaye yüzde 54 pay alırken, bizim payımız yine küçülmüş, yüzde 25,4’e gerilemiş.
Üçüncü çeyrekte, Türkiye bu kez yüzde 3,9 oranında büyümüş. Sermaye payını yine artırmış. Yüzde 55’e ulaşmış. Biz yerimizde saymışız, payımız yine yüzde 26,3’te kalmış. Büyümeden bu kadar pay alan için bu ülkede elbette ekonomik kriz falan olmaz. Bu ülkede, adaletsiz gelir dağılımı var. Adaletsiz vergi politikaları var. Bizim cebimizden alınıp, bir avuç zenginin cebine konanlar var. İşsizlik var. Yoksulluk var.
Bu düzen bizi korumuyor. Bu düzen, bankada parası olanları, kur korumalı mevduata yatırım yapanları, büyümeden fazlasıyla pay alanları, döviz biriktirenleri koruyor. Alın teri dökenlerin. Emek verenlerin. Helal ekmeğinin peşinde koşanların. Bu ülkede mülteciler kadar değeri yok.
Bakın, TÜİK verileriyle hazırlanmış bu tabloda, 2019 yılının sonunda,
Sermaye ve emeğin büyümeden aldığı pay eşit görünüyor. O tarihten sonrasına bir bakın. Sermaye yukarı doğru gidiyor, biz baş aşağı gidiyoruz. Şuna bir bakar mısınız, timsah ağızı gibi. Gerçekten de, ekmeğimiz timsahın ağzında…
Başka bir rakam daha vereyim. Bakın bu grafikte de, Türkiye’nin 500 büyük sanayi kuruluşunun satış hasılatı içindeki işçilik payı görülüyor.
1999 yılında bu işçilik payı yüzde 9,9’muş,2021 yılında yüzde 4,4’e düşmüş. Yani yine bizden gitmiş. Hal böyleyken, İhracatçılar Meclisi Başkanı çıkmış, asgari ücreti fazla artırmayın, 400 doları geçmeyin, yoksa ihracatımız sekteye uğrar diyor. Yani devletimizi tehdit ediyor.
Yahu Allah’tan korkun Allah’tan. Sanayide elektriğe yüzde 400 zam gelmiş. Doğalgaza yüzde 264 zam gelmiş. Adamların gıkı çıkmıyor. Kimseye bir şey söyleyemiyor. Ağzını açıp iki laf edemiyor. Ama gözünü emekçinin parasına dikiyor. Yahu siz bu emekçilerin ekmeğine daha ne kadar çökeceksiniz? Yetmedi mi? Gözünüz doymadı mı? Bizden daha ne alacaksınız? Canımızı mı alacaksınız?
TÜİK’ten, büyüme rakamlarından söz ettim. Bu TÜİK var ya, TÜİK. TÜİK başka rakamlar da açıklıyor, biliyorsunuz. Mesela, enflasyon rakamlarını açıklıyor ve işin ilginç yanı, enflasyonu öyle bir harcama paketi üzerinden açıklıyor ki, bu paketin bizimle yani işçilerle hiçbir ilgisi yok. Oysa biz diyoruz ki, emekçilerin zorunlu harcamalarına bakın. Temel tüketim ürünlerine, kiraya, ekmeğe, gıdaya, okul masraflarına, ulaşıma bakın. Bakın da görün gerçek enflasyonu. Bakın da görün hayat pahalılığını. Bakın da görün insanların sıkıntılarını. Bunları görün. Siz bizimle dalga mı geçiyorsunuz? Bizimle alay mı ediyorsunuz?
Bu ülkede, iğneden ipliğe temel gıda maddelerinden enerjiye, her şeyin fiyatı üçe hatta dörde katlanmışken, Ocak ayından bu güne, yani neredeyse son bir yılda, doğalgaza yüzde 264, elektriğe yüzde 184, benzine yüzde 312 zam gelmişken. Başta ekmek olmak üzere tüm gıda ürünlerinin fiyatları artmışken, siz hangi enflasyondan söz ediyorsunuz?.. Sizin o rakamlarınıza hiç kimse inanmıyor. Biz hiç inanmıyoruz. Vallahi de inanmıyoruz, billahi de inanmıyoruz.
Aralık ayı başında, TÜİK’in beyleri enflasyonu açıkladı. Ne dediler? Yüzde 84. Peki, devletin her yıl açıkladığı, yeniden değerleme oranı var ya…Hani, köprü geçişlerine, trafik cezalarına, pasaport harçlarına yapılan güncelleme, kaç olarak açıklandı biliyor musunuz? Evet,
Yüzde 123 olarak açıklandı. Neden? Çünkü devletimiz diyor ki, bu rakamın altında açıklarsam, devlet zarar eder. Aslında ne demek istiyor? Enflasyon en az bu kadar demek istiyor. Peki şimdi soruyorum. Devlet zarar ediyor da biz etmiyor muyuz? O nedenle, ısrarla söylüyorum, söylemeye de devam edeceğim. Gerekirse, resmi olarak TÜİK’e başvuracağım. Biz, İşçilerin Geçim Endeksinin açıklanmasını, enflasyon paketinin, bizim temel harcamalarımıza göre yapılmasını istiyoruz. Ayrı bir endeks talep ediyoruz. Bu kadar açık. Bu kadar net.
Yahu el insaf, siz bir enflasyon oranı açıklıyorsunuz, emeklisi, memuru, dulu, yetimi, hepsi sizin açıkladığınız o rakama göre zam alıyor. Siz bir oran açıklıyorsunuz, metal emekçisi, o rakamla sözleşme masasına oturuyor. Bakın, buradan ilan ediyorum. İşte 2023 sözleşmesi geliyor. Ben artık O TÜİK rakamlarıyla masaya oturmam. O rakamlarla pazarlık yapmam.
Yeter artık, yeter…Uğraşıyoruz, mücadele ediyoruz…Uykusuz geceler geçiriyoruz…Sokakları, caddeleri dolduruyoruz, miting alanlarında avazımız çıktığı kadar bağırıyoruz, sonunda da bir sözleşme imzalıyoruz. Aradan üç ay geçiyor, enflasyon canavarı cebimizi kemirmeye başlıyor. Elde avuçta ne varsa gidiyor. Sizden rica ediyorum, dişinizi biraz sıkın, biraz daha sabredin. 2023 geliyor. O masa geliyor. Yine mücadele edeceğiz, direnişler, eylemler, mitingler yapacağız. Yine kazanacağız. Yeter ki, siz bizim arkamızda durun. Yeter ki, destek verin. Yeter ki, direnin, mücadele edin. Evvel Allah alamayacağımız hak yoktur. Ancak tekrar ediyorum, başka bir yol bulacağız, o enflasyon rakamlarıyla, bu TUİK’in rakamlarıyla sözleşme masasına oturmayacağız.
Asgari Ücret Tespit Komisyonu’nun çalışmaları devam ediyor. Bu yıl müzakereleri TÜRK-İŞ adına ben yürütüyorum. Geçen yıl, TÜRK-İŞ eğitim sekreteri Nazmi bey yürütmüştü. Ben son aşamasına katılmıştım, orada büyük bir çaba göstermiştik. Asgari ücreti ve tüm ücretlerin a sgari ücret kadar kısmını vergi dışı bırakmayı başarmıştık. Allah bunu bize nasip etti, TÜRK-İŞ’e nasip etti. Yaptığımız bu devrim gibi değişiklikle, her bir işçimizin, bu yıl için, en az 9 bin 200 lirası cebinde kaldı.
Bu yıl Komisyonun ilk üç toplantısını yaptık. 20 Aralık’ta, bir kez daha bir araya geleceğiz. Dikkat ettiyseniz, herkes asgari ücretin kaç lira olacağıyla meşgul. Elbette ki, insanlar yerden göğe kadar haklı. Tüm emeğiyle geçinenler gibi, asıl olarak da asgari ücretliler bu hayat pahalılığında ayakta kalmaya, geçinmeye çalışıyor.
Aslında, asgari ücretin kaç lira olacağının dışında, tartışılması gereken başka şeyler var. Örneğin, Avrupa’da asgari ücretle çalışanların oranı yüzde 3-5 seviyesindeyken, en yüksek olan Romanya’da bile yüzde 15 iken, ülkemizde, Merkez Bankası’nın verilerine göre neden yüzde 50 seviyesinde, bunu tartışmamız gerek.
Eskiden kol emeği ile çalışanlar ya da esnafın yanında çırak olanlar için geçerli olan asgari ücretin, bugün nasıl oldu da okullarından yeni mezun olmuş gençlerimiz, mühendislerimiz, doktorlarımız, avukatlarımız için uygulandığını tartışmamız gerek. Bu konu, paranın miktarını da aşan daha derin bir konu. Ancak biz yine de, asgari ücretin insan onuruna yaraşır bir düzeyde olması için elimizden geleni yapacağız. İçimize sinen bir rakam olursa, kararı imzalayacağız, Olmazsa, eğer ortaya çıkan rakam içimize sinmezse, hiç kuşkunuz olmasın, o masadan kalkacağız.
Ancak biz o masada başka bir sorun için de mücadele edeceğiz. O masada bu kez, hepimizin canını yakan, canından bezdiren, vergi oranlarıyla ilgili değişiklik talep edeceğiz. Bu adaletsizliği giderin diyeceğiz. Yeter artık canımıza tak etti diyeceğiz.
Geçtiğimiz hafta, TÜRK-İŞ’te düzenlediğim basın toplantısında da ısrarla dile getirmiştim. Bugün Türkiye’de ücretli çalışanlar üzerinde ağır bir vergi yükü var. Yılın başında aldığımız net ücret, vergi kesintileri nedeniyle ilerleyen aylarda giderek azalıyor. 2002 yılında gelir vergisi tarifesi brüt asgari ücretin 22,9 katı iken, bugün sadece 4,9 katına denk geliyor. Her geçen yıl bizim ücretlerimiz eksiliyor. Eskiden ücretliler ‘Sabit Gelirli’ olarak tanımlanırdı. Bugün bu vergi sistemiyle, artık biz Azalan Gelirliyiz.
2002 yılında, vergi matrahının 1. dilimi 22,9 brüt asgari ücretti. Yani bugünkü brüt asgari ücret olan 6 bin 471 lirayla, bu matrah 150 bin liraya denk geliyordu. Peki, bugün böyle mi? Bugün verginin ilk dilimi 32 bin lira. Yani neredeyse 4,9 asgari ücret. Bizim üyelerimiz üçüncü ayda yüzde 20’ye yedinci ayda yüzde 27 vergi dilimine geliyor. Yıl sonunda da yüzde 35 oranında vergi ödüyor. Sigorta primi kesintisini, işsizlik ödeneği kesintisini de ekleyince neredeyse her ay ücretimizin yarısından fazlası gidiyor. O da yetmiyor, ücretimizin kalanıyla çarşıya pazara gidiyoruz yüzde 18 KDV ödüyoruz, Özel Tüketim Vergisi ödüyoruz. Telefon kullanıyoruz iletişim vergisi ödüyoruz. Evimiz varsa emlak vergisi, arabamız varsa otomobil vergisi ödüyoruz. Yani, ödüyoruz Allah ödüyoruz. Yahu Allah aşkına, böyle bir şey olur mu? Böyle haksız bir düzen, kabul edilebilir mi? İşçinin, emekçinin sırtına bu kadar binilir mi?
Biz artık adil bir vergi sistemi istiyoruz. Vergi oranları ile gelir vergisi tarifesinde emekçiler lehine düzenlemeler istiyoruz. İşte, o masada bunların mücadelesini vereceğiz. Âmâ o masada yalnız olmayacağız. O masada sizler de bizimle olacaksınız, güç vereceksiniz.
Gerekirse sizi meydanlara çağıracağız… Gelecek misiniz? O halde düşün peşimize… Düşün peşimize…
Ülkemizde sosyal adaletten çalışma barışından, refah toplumundan söz edeceksek, o zaman, adil bölüşümden de söz etmeliyiz. Ülkemizde demokrasiden, barıştan, özgürlükten, insan haklarından söz edeceksek, herkes için, insan onuruna yakışır bir yaşam isteyeceksek, o zaman hakça bir paylaşımdan da söz etmeliyiz.
Bizim gerçeğimiz, bir yandan ülkemizin büyümesi, güçlenmesi, ilerlemesi, bacaların tütmesi, çarkların dönmesi olduğu kadar, barış içinde, huzurlu ve mutlu insanların yaşadığı bir Türkiye’de, birlikte üretmek, birlikte kazanmak umududur. Bunun yolu da, örgütlü olmaktan, sendikalı olmaktan, özgür toplu pazarlık sistemi içinde, Üretmekten ve hakça bölüşmekten geçmektedir.